Kategoriler

Şeyda Zeynep SANCAR

                           Cihad Nedir Şehadet Özleminin Ayet ve Hadisteki Karşılığı

Cihad c.h.d. kökünden türetilmiş,Arapça kökenli bir mastardır…Cihad olgusunu böyle tanımlamak içini daha açmadan anlamlar fışkıracak bir kelime için elbette ki azdır,yetersizdir.Evet kökeni Arapçadır ve birçok anlamları akkor çekirdeğinde barındırır cihad kelimesi:Sırf inadına ve illa Allah(c.c) için tüm imkanlarını tüm ruhunu bedenindeki tüm azalarını ve benliğin her türlü meşakkat ve zorluğa göğüs gerdirip çalışmak, çabalamak ve gayret etmek gibi manalara gelir.İslâm’la birlikte, Allah(c.c) yolunda ,dünya nizamını rahmana hizmet ettirmek için kavga vermenin adı olmuştur. .”Cihad, insanın kendi özüne ermesi veya insanların özlerine erdirilmesi ameliyesidir. Diğer bir ifadesiyle cihad, Allah(c.c)’la kullar arasındaki engelleri tümüyle kaldırmaktır. Bir bakıma cihad, insanın yaratılış gayesidir. Temeli iman direkleri namaz olan İslam binasının çatısı,İslam ın zirvesidir Cihad vazifesi. Hakk'a şâhid olma vazifesiyle aynı manayı paylaşır. Bir mahkemede hakk ve hukukun kime ait olduğunu tesbit için şâhidler dinlenir ve hüküm verilirken onların şehâdeti nazara alınır. İşte, cihad yapanlar da, yerde inkârda bulunan düşüncesizler muhâkemesinde en gür sâdâlarıyla bağırarak “Allah(c.c) vardır” diye gök ehline karşı şehadette bulunmaktadırlar. “Allah(c.c), melekler ve adalette sebat eden ilim adamları şâhidlik etmiştir ki, O’ndan başka ilâh yoktur. (Evet) güç ve hikmet sahibi Allah(c.c)’tan başka ilâh yoktur.” (1*)âyeti, bütün varlığıyla bize bu hiçbir şekilde saklanamayacak gerçeği anlatmaktadır.

 “Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki, insanların, peygamberlerden sonra Allah(c.c)’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah(c.c), izzet ve hikmet sahibidir. Allah(c.c), sana indirdiğine şâhitlik eder, onu kendi ilmi ile indirdi. Melekler de buna şâhitlik ederler. Ve şâhid olarak, Allah(c.c) kâfîdir.” (2*)

 Ancak bilinmesi gereken bir husus var ki; o da ‏şudur: Her devrin kendine göre bir cihad şekli vardır. Bir zaman, cihad adına eğer kılıçla kalkanla savaşmak geçerli ise onunla, topla tankla savaşılıyorsa onunla, bir zaman da eğer cihad kalemle, yazıyla, nasihatle, diyar diyar dolaşmakla gerçekleşiyorsa onunla cihad etmek esastır. Bunların hepsinin beraber olması da mümkündür. Zira hiçbir zaman, bir taraftan kılıçla mücadele verilirken, diğer taraftan, İslam’ı dille, yazıyla, eğitimle anlatma ihmal edilmemiştir. Meseleye, kelimenin Arapçadaki anlamı açısından bakacak olursak, cihad; Allah(c.c) yolunda gösterilen her türlü cehdin, gayretin, çabanın, çekilen meşakkatin adıdır. Bu açıdan bakıldığında cihad denilince sadece kılıçla, topla, tankla yapılan savaş akla gelmemelidir. Bu şekilde bir savaş, cihadın sadece bir şubesidir ki, bu da mecbur kalındığında kullanılan bir metottur. Yeryüzünde cihaddan daha büyük bir vazife yoktur; Olmuş olsaydı, Allah (cc) peygamberlerini o vazife ile vazifelendirirdi. Cenâb-ı Hakk’ın cihad ile vazifelendirdiği insanlar, insanların en şereflileri ve onlara bu vazifeyi getirip intikal ettiren melekler de, meleklerin en şereflileridir. Hazret-i Adem(a.s)’den bu yana, nebî olsun, velî olsun Allah(c.c)’ın bütün seçkin kulları, bu seçkinliğe büyük ölçüde kılıçların gölgesi altında ve nefis muhâsebesi sâyesinde ulaşabilmişlerdir. Onun içindir ki, rabbimiz(c.c)  katında cihad çok mühimdir, çok çok yüce bir değere sahiptir.Hiçbir mazeretleri olmadığı halde cihaddan geri duranlarla, durmadan cihad eden ve ömrünü bu uğurda tüketen insanlar arasında başka amellerle kapatılması mümkün olmayan büyük derece farkları vardır. Bu ma’nâyı ifade eden âyette meâlen şöyle denilmektedir:“Mü’minlerden geçerli bir özrü olanlar dışında oturanlar ile, malları ve canlarıyla Allah(c.c) yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah(c.c), malları ve canlarıyla cihad edenlerin derecelerini oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah(c.c) hepsine de güzellik (cennet) va’detmiştir ama, mücâhidleri oturanlara nazaran çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır”. (3*)

*1 (Âl-i İmrân, 18)     *2 (Nisâ, 165-166)

*3 (Nisâ, 95)

Cihad öylesine mühimdir ki, cihad için söz veren, bîat eden cemaatin durumu Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır:

“Muhakkak ki Sana bîat edenler, ancak Allah(c.c)’a bîat etmektedirler. Allah(c.c)’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Kim bundan sonra ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhinde bozmuş olur. Kim de Allah(c.c)’a verdiği ahde vefâ gösterirse, Allah(c.c) da ona büyük bir mükâfat verecektir.” (4*)

Hudeybiye’de kendilerine Kâbe’yi tavaf ettirmeyen müşrikler karşısında Allah Resûlü(s.a.v) herkesten biat alıyordu. Bu istek karşısında her sahâbî, hangi şartlarda olursa olsun ve hangi teklifle gelirse gelsin Allah Rasûlü(s.a.v)’ne bütünüyle bağlı kalacağına söz veriyordu. İşte bu bağlılık sözü ve bu manada Allah Rasûlü(s.a.v)’ne el verip yemin etme Kur’ân’da tebcîl ediliyor.  Oradaki mü’minlerin bu hareketleriyle Cenâb-ı Hakk’a ne derece yakınlık kazandıkları dile getiriliyordu. Bu da, yine cihada verilen değerin bir başka ortaya çıkışıydı...Ve bir başka âyette, aynı mevzûda meâlen şöyle buyurulmaktadır:

“Allah(c.c), mü’minlerden mallarını ve canlarını kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar, Allah(c.c) yolunda savaşırlar, öldürülürler ve öldürürler. (Bu), Tevrat’ta İncîl’de Kur’ân’da Allah(c.c) üzerine hak bir va’ddir. Allah(c.c)’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde, O’nunla yapmış olduğunuz bu alış-verişten dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kurtuluştur.” (5*) 

Nesibetü’l-Maziniye(r.ha), hayatı mücadeleyle geçmiş bir kadındı. Efendimiz (sav) Medine’ye teşrif edince, çocukları ve kocasıyla hemen emrine girmiş ve hizmetini yüklenmişti. Bedir’e de, Uhud’a da iştirak etmiş bulunan bu kadın, Uhud’da yaralıların yaralarını sarma vazifesini üzerine alır. Hayatı boyunca Efendimiz(s.a.v)’le beraber bütün mücahede ve mücadelelere katılmak, daima en büyük arzusu olmuştur. Tesettür ayeti nazil olup da Efendimiz (sav) kendisine artık erkeklerle beraber cihada çıkamayacağını duyurunca, Nesibe(r.ha) beyninden vurulmuşa döndü. Kendi kendine, gözyaşları içinde, “Ya Rasûlallah(s.a.v) Sen Allah(c.c) yolunda cihada çıkarsın da, ben burda nasıl dururum?” diye söyleniyordu. Hayır yolundan alıkonmak, onu mahzun etmişti, yüreğince cihad edememek onu tüm benliğiyle kederlendirdi.

Nefislerini, bedenlerini, cismânî varlıklarını Allah(c.c)’a satan insanlar, bunun karşılığında Cennet’i ve Cenâb-ı Hakk’ın(c.c) rızasını kazanmakta ve Kur’ân-ı Kerîm, burada alış-veriş tabirini kullanmakla insanı Cenâb-ı Hakk(c.c)’a muhatab olma seviyesine yükseltmektedir. Cihadın önemi konusunda biricik rehberinmiz Allah Rasûlü(s.a.v) de şöyle buyurmaktadır. Bakınız iman cihatla ete kemiğe bürünürcesine ancak böyle dile gelebilir: “Ah, ne kadar arzu ederdim ki; Allah(c.c) yolunda öldürüleyim, sonra diriltileyim, sonra yine öldürüleyim ve sonra yine diriltileyim...” O yine buyuruyor ki, “Bir tek gün, Allah(c.c) yolunda ve Allah(c.c) uğrunda gelecek tehlikeleri gözetlemek üzere uyumayan ve bir gedikten gelecek muhtemel bir tehlikeyi gözetleyen kişinin yaptığı, dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır”.Allah(c.c) için dikkat buyurun! Bir tek gün, memleketi saran tehlikeler karşısında hangi gedikten ve delikten bir felâket sızacak diye tetikte bekleyen ve kuracağı bir sistemle o gediği kapamaya çalışan bir insan, Kâbe’den daha hayırlı bir iş yaptığını söyleyip, yemin etse, yemininde yalancı olmaz. Zira, “Dünyanın içinde bulunan her şeyden” tabirine Kâbe de dâhildir.Allah Rasûlü(s.a.v), bir hadîslerinde de şöyle buyururlar: “İnsanın ölmesiyle her ameli kesilir; ancak Allah(c.c) yolunda mücâhede edenin ameli, bundan müstesnâdır. O, kıyâmete kadar nemâlanır. Kabirde de, bir fitne ve imtihan olan kabir suâlinden Allah(c.c) onu emîn kılar.

*4   (Fetih, 10)    *5(Tevbe, 111)

 Sa’d b. Ebî Vakkas(r.a)’ın kardeşi olan Umeyr b. Ebi Vakkas(r.a), Bedir’e iştirak ettiğinde 12-13 yaşlarında bir çocuktu. O gün Allah Rasûlü(s.a.v), harbe iştirak edecekleri teftiş ederken o ayaklarının ucuna dikilmiş, boyunu büyük göstermeye çalışmıştı. Orduya kabul edildiğini duyunca da sevinçten uçacak hale gelmişti. Zira kendisine bir hayır kapısı açılmıştı. O, bu kapıdan girecek ve şehid olacaktı.

Bilâl-i Habeşî (ra), Efendimiz(s.a.v)’in vefatından sonra nice defa Hz. Ebû Bekir (ra)’a müracaatla Medine’den ayrılmak için izin istemiş, ancak Hz. Ebû Bekir(ra), her defasında onun bu arzusunu geri çevirmişti. Zira o, Bilâl(ra)’i Allah Rasûlü’nden kendisine kalan bir yadigâr gibi görüyordu. Ne var ki, Bilâl(ra)’in de içi yanıyordu; o Allah Rasûlü’nün devrinde cihada çıkmaya ve harb meydanlarında kılıç sallayıp, sancak taşımaya alışmıştı. Şimdi sadece müezzinlik için Medine’de beklemek ona giran geliyordu. Bir Cuma günü Hz. Ebû Bekir(ra) hutbe verirken Bilal(ra) ayağa fırladı: “Ya Ebâ Bekir(ra)! Beni nefsin için mi, yoksa Allah(c.c) için mi azad ettin?” dedi. Hz. Ebû Bekir(ra), “Allah(c.c) için” cevabını verince de, sözlerini şöyle bağladı: “Öyleyse Allah(c.c) için beni bırak, ben cihad etmek istiyorum”.Ve Bilâl(ra), Şam önlerine gider, orada şehid olur ve meçhul bir mezara gömülür. Onu oralara götüren içinde yanan cihad aşkından başka hiçbir duygu değildi.”. Ancak bilinmesi gereken bir husus var ki; o da ‏şudur: Her devrin kendine göre bir cihad şekli vardır. Bir zaman, cihad adına eğer kılıçla kalkanla savaşmak geçerli ise onunla, topla tankla savaşılıyorsa onunla. Bir zaman da eğer cihad kalemle, yazıyla, nasihatle, diyar diyar dolaşmakla gerçekleşiyorsa onunla cihad etmek esastır. Bunların hepsinin beraber olması da mümkündür. Zira hiçbir zaman, bir taraftan kılıçla mücadele verilirken, diğer taraftan, İslam’ı dille, yazıyla, eğitimle anlatma ihmal edilmemiştir. Meseleye, kelimenin Arapçadaki anlamı açısından bakacak olursak, cihad; Allah(c.c) yolunda gösterilen her türlü cehdin, gayretin, çabanın, çekilen meşakkatın adıdır. Bu açıdan bakıldığında cihad denilince sadece kılıçla, topla, tankla yapılan savaş akla gelmemelidir. Bu şekilde bir savaş, cihadın sadece bir şubesidir ki, bu da mecbur kalındığında kullanılan bir metottur.

Cihadı kasıtlı olarak dillerine dolayıp çarpıtanların, onu İslam’ın kan dökme, sömürme aracı olarak görenlerin (ki, bunu yapanlar batılılardır, onların)  haline bir bakalım: İslam Alemi’ni tam bir asır haçlı seferleriyle yakıp yıkan onlardır. Fransa’da insanları fırınlarda yakanlar onlardır. Fransız devriminde binlerce insanı idam edenler onlardır. Nagazaki ve Hiroşima da seksen bin insanı birden öldüren, onun kat be katını sakat bırakanlar yine onlardır. Bir bahaneyle Irak’a, Bosna’ya, Çeçenistan’a,Suriye’ye,İran‘a saldıran onlardır.

Halbuki, İslam’ın savaş kuralları vardır. Başta mecbur kalınmadıkça, keyif olsun diye savaşılmaz. Müdafada bulunmak, bir mazluma yardım etmek, irşad hürriyetini kısıtlayanları bertaraf etmek ve sulhü temin etmek gibi gayelerle savaşa mecbur kalınırsa, o zaman da sadece savaşanlarla savaşılır. Savaşmayanlara yani silah kullanmayanlara, kadınlara, çocuklara, mabetlere, ağaçlara dokunulmaz. Bu konularda Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in kesin emirleri vardır. Şimdi bu elmas düsturlarla, her fırsatta cihad konusuyla İslam’a saldıranların Müslümanlara reva gördüklerini zihnimizde karşılaştıralım. Ortaya tamamen saptırma, yalan ve iftira çıkar. Bir taraftan umûmî manada cihadın anlaşılması, diğer taraftan da, maddî cihadın (savaş..vs.) başlama tarihinin bilinmesi çok önemlidir. Din düşmanları cihadın manasını çarpıtarak, vefasız dostlar da zaman ve mevsimleri birbirine karıştırarak sürekli zihin bulandırıyorlar; Her iki cepheye de bazı şeylerin anlatılmasının lazım geldiğine inanıyoruz.Oysa ki, tam 14 asır evvel, Allah Rasûlü(s.a.v)’nün karanlıkları yırtan o aydınlık ve ışıktan eliyle zulüm ve istibdat bertaraf ediliyor, hürriyet de getirilip insanlığın önüne seriliyordu. Mazluma, mağdura yardım edeceksiniz! Onlar orada inlerken, siz burada oturup o iniltileri ney gibi dinleyemezsiniz! Bu tıkanıklığı kuvvet sökecekse, hakkaniyet duyguları içinde onu da kullanacaksınız!.

Bir mensur yazıda denildiği gibi

Cihadı kıyamete dek sürdüreceğiz,Allah(c.c)’ın arzında Allah(c.c)’ a kafa tutan tağutlara Sümeyye(r.ha) misali Zeynep(r.ha) misali her zaman ve mekanda hadlerini bildireceğiz.Çünkü biz Allah(c.c) taraftarıyız,imanımız kalkanımız,tesettür sancağımızdır;küfrün bize sataşması onun işini bitirmemizin davetçisidir.Galip gelecek olan muhakkak biziz…

ŞEYDA SANCAR ÇAMBEL

              İLAHİYATCI

 

Özet
:
Uşak Fetih Gençlik Merkezi İnternet Sitesinde e yayınlanan yazıların yayın hakkı yayınlanmaya kabul’den itibaren Uşak Fetih Gençlik Merkezi’ne aittir. Yazıların etik ve sorumluluğu yazarlara aittir. Yazarlara telif ücreti ödenmemektedir.
X
05421840164