Putlar ve Putçuluk Zihniyetiyle Mücâdele Eden Genç: İbrahim -Aleyhisselam –
İbrahim Aleyhiselâm ın hak dâvâ uğruna mücâdeleleri, münâzaraları, duâları gerçekten incelenmesi ve ibret alınması gereken mücâdeleler, münâzaralar ve duâlardır. Ahlâkî yapısı, davranışları, hoş hasletleri apayrı bir güzellik taşır. Konumuzla bağlantılı olarak bunun güzel örneklerini göreceğimiz kanaatindeyiz.
Enbiyâ Sûresinin 51. âyetinde şöyle buyuruluyor: "Biz daha önceden İbrahim e dini ve dünyası için hayırlı, doğru ne varsa onu bulabilecek, hidâyet ve salâha yönelebilecek olgun bir akıl verdik. Biz onun buna layık olduğunu biliyor, her yönüyle onu tanıyorduk" Bu âyet-i kerîmeden İbrahim Aleyhiselâm ın fazîlet ve kadrini, yüceliğini, ilâhî lütfa nâiliyyetini öğrendiğimiz gibi, genç yaşta olgun düşünce, hidâyet, salah ve hayrı bulabilen bir akla ve idrake sahip olmanın da ne derece bir meziyet olduğunu öğreniyoruz. Şimdi Rabbimizin küçük yaşta "rüşd" lutfettiği İbrahim Aleyhiselâm ın putperest olan babası ve kavmine karşı münazara ve mücâdelelerine kulak veriyoruz:
"O, babası Âzer e ve kavmine; önünde yere kapanıp kulluk ettiğiniz, taptığınız şu heykeller, putlar da ne oluyor!?" dedi.
Cevap verdiler: Biz babalarımızı, atalarımızı onlara tapar bulduk. (Enbiyâ, 21/ 52-53)
Delilleri buydu. Heykel yapmayı, puta tapmayı babalarında, atalarında görmüşlerdi. Bundan öte bir delilleri yoktu. Araştırma, doğruyu bulma gayreti taşımıyorlardı. Artık çoğunluk bu yoldaydı, onlar yaşanılanları doğru kabul ediyordu. O halde doğru buydu… Ancak gerçek doğru bu değildi:
"İbrahim (as) onlara; - Doğrusu siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi."
Onlar ise; - Sen bize hakkı mı getirdin? Ciddî olarak doğruluğuna inandığın bir gerçeği mi haber veriyorsun; yoksa bizimle oynuyor, şaka mı yapıyorsun?" (Enbiyâ, 21/ 54-55)
İbrahim Aleyhiselâm ın sözlerini çok ağır bulmuşlar, ciddiyetine inanamamışlar, onları bütünüyle şaka da kabul edememişlerdi. Bu genç, içinde yaşadığı milletin değerlerini hiçe sayıyor, babalarını da, kendilerini de sapıklık içinde görüyordu. Bu güne kadar böyle bir sözle karşılaşmamışlardı. Duydukları ciddî olamazdı. Bu kadar ağır şaka da yapılmazdı. İbrahim (as) ise ciddî idi. Hem de çok ciddî. Onların; "Bizimle oynuyor, şaka mı yapıyorsun?" sorusunun cevabını verirken bu ciddiyetini daha da perçinliyordu:
"Hayır! dedi. – Sizin Rabbiniz, göklerin ve yeryüzünün Rabb idir. Onları yaratandır. Ve ben buna inanan, şahidlik edenlerdenim." (Enbiyâ, 21/ 56)
Sonra da yemin ediyordu: "Allah a yemin olsun ki; siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım." (Enbiyâ, 21/ 57) Hem de putları kırmaya yemin.
Müfessirlerin naklettiğine göre, bütün Bâbil Halkı yıllık bayramları için şehir dışına çıkmışlardı. Hatta babası, gelmesi için İbrâhim e de ısrar etmiş, bayram yerindeki toplu coşkuyu görürse o zaman dinlerini beğeneceğini söylemişti. Ancak İbrahim (as), rahatsız olduğunu söyleyerek şehirde kalmayı tercih etti[1]. Aradığı fırsatı şimdi yakalamıştı.
İnsanlar tamamıyla şehri terk edince harekete geçti. Gizlice putların olduğu yere girdi. İçerisi ibret için görülmeye değerdi. Putların önü yiyeceklerle doluydu. İbrahim (as), rengarenk meyvelere, diğer yiyeceklere ve hareketsiz duran putlara baktı. Selim düşünebilen birisi için ne garip bir manzaraydı. Sonra putlara döndü: "Yemiyorsunuz!?.dedi. Neden konuşmuyorsunuz?" (Saffât, 37/ 91-92) Sonra elindeki baltayı sıkıca kavradı. Balta inip kalkmaya, o indikçe putlar parçalanmaya, parçalar tapınağın dört bir yanına dağılmaya başladı.
"Sonunda putları paramparça etti. Yalnız büyükleri olan putu bıraktı. Belki, ona müracaat ederler, ona danışırlardı." (Enbiyâ, 21/ 58)
Babilliler geri döndüklerinde dehşete düşmüşlerdi. Bütün putları kırılmış, parçalanmış, sağlam olarak geride sadece en büyükleri kalmıştı. Yine müfessirlerin naklettiğine göre İbrahim(as) putları parçaladıktan sonra suç âleti(!) baltayı büyük putun eline tutuşturmuştu. Şimdi manzara, daha da bir garip hale gelmişti. Sanki büyük put diğer putları kıskanmış, kendisine rakip görmüş ve kıskançlık krizine kapılarak hepsini parçalamıştı. Görüntü buydu. Ne var ki, buna kimse inanmazdı. Sağlam kalan put, diğerlerinden ne kadar büyük olursa olsun sonuçta cansız bir heykeldi. Bir heykel, bir put bunu yapamazdı. Çünkü o sağır, dilsiz, hareketsiz ve her neyi temsil ederse etsin akılsızdı. Acizdi. Nitekim Bâbilliler de büyük putun bu işi yaptığına inanmadılar ve yapanı araştırmaya başladılar:
"İlahlarımıza bunu kim yaptı? Kesinlikle o zâlimlerdendir." (Enbiyâ, 21/ 59)
Onlar, olayı böyle değerlendiriyorlardı. Yapan zâlimdi. Son derece hürmet ettikleri, karşılarında el-pençe divan durdukları, hediyeler sundukları putlara bunu yapan ancak saygısız, zâlim biri olabilirdi. Dikkatler İbrahim e yöneldi. O nun zanlı olması bu konuda yadırganacak bir şey değildi. Putlara karşı duygularını gizlemiyordu. Abdullah İbn Mesud dan (ra) yapılan rivayete göre İbrahim (as); Allah a yemin olsun ki; siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım." derken kendisini duyanlar olmuştu. Bu da durumu kuvvetlendiriyordu. Dediler ki; Putlarımız hakkında bu tür sözler söyleyen bir genç duyduk. O na İbrahim denir" (Enbiyâ, 21/ 60) Bu sözler üzerine, birinci derecede zanlı olan İbrâhim in, kalabalığın gözleri önünde huzura getirilmesi emredildi. Sorgulama ve sorgulamanın sonucuna herkesin şahit olması isteniyordu. İbrahim getirildi ve sorulması artık kaçınılmaz hale gelen soru, kendisine soruldu:
"Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim!" (Enbiyâ, 21/ 62)
İbrahim (as) eninde-sonunda bu sorunun sorulacağını biliyordu. Cevabı da hazırdı:
"Bu işi belki de şu büyükleri yapmıştır. Eğer ilâh saydığınız putlar konuşabiliyorsa, ona sorun! dedi."
Şaşkınlık başlamıştı. İbrahim in kimi, neyi kastettiği, sözlerinin hedefi belliydi. Herkesin rahatlıkla anlayıp kavrayabileceği delilleri kullanıyordu. Putları parçalanmış bir durumdaydı. Bu onların ne kadar aciz ve zavallı olduğunu gösteriyordu. Kendilerini koruyamamışlar, gelen balta darbelerini engelleyememişlerdi. Kendilerini bu hale getirene de herhangi bir zarar verememişler, onu cezalandıramamışlardı. Bu manzaranın başka türlü izahı yoktu. Bâbilliler içleri buruk, gözleri öfkeyle dolu iken şimdi de İbrahim (as) tarafından başka bir düşüncenin eşiğine getirilmişlerdi: Geriye kalan iri put bu işi yapabilir miydi? O, hareket edebilir mi? Fayda veya zarar verebilir miydi? Bu sorular hep cevap istiyordu.
Sonra cevap isteyen başka sorular da vardı: Kendini koruyamayan, ağzı dili olmayan, yerinden kıpırdayamayan, önüne konulanı yiyemeyen, içemeyen taştan ve ağaçtan yontulan putlar, ne işe yarardı? Daha bir dizi soru. Normalde bu düşüncelerden çıkışın iki yolu vardı: Ya bu putların hiçbir şey yapamayacağını kabul etmek, ya da büyüğün diğerlerini parçaladığını varsaymak. İkisinin kabulü de mümkün değildi. Doğrusu bu yol, çıkmaz yoldu.
Putların karşısında el-pençe divan duranlar, ümitlerini, yarınlarını… onlara bağlayanlar, çocuklarını da bu duygularla yetiştirenler, babalarını, dedelerini onlara taparken görmüşlerdi. Şimdi de onlar tapıyordu. İşte işin özeti bu kadardı. Ondan öteye, "Neden?" ve "Niçin ?" sorularının cevaplarına akıl sarmıyor, düzgün mantık işlemiyordu. Karışık düşünceler ve şaşkınlık içinde kendi kendilerine konuşmaya başladılar. Zikr-i Hakîm e kulak veriyoruz:
"Kendi iç dünyalarına döndüler; akıllarına danışıyor, kalplerini yokluyorlardı. Kapıldıkları düşünceler içinde kendi kendilerine; - Şüphesiz zâlim sizlersiniz, sizler, dediler. (Enbiyâ, 21/ 64) Sarsılmıştılar. Ancak İblis de boş durmuyordu. Yine beyinlerine girmiş, damarlarında dolaşmaya başlamış, putlara bağlı yaşantılarını onlara güzel göstermeyi başarmıştı.
"Sonra tekrar eski zihniyetlerine, kibir ve inatlarına döndüler. İbrahim e; Sen onların konuşmadığını pekâlâ biliyorsun, dediler." (Enbiyâ, 21/ 65)
İbrâhim (as), kısa bir sarsıntıdan sonra eski sapıklıklarına dönenlerin bu sözüne karşı da hazırlıklıydı. Derhal cevap verdi:
"Dedi ki; o halde Allah ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyen âciz şeylere mi tapıyorsunuz? (Enbiyâ, 21/ 66)
İbrâhim (as), onların inat ve dalâletinden bıkmıştı. Sözüne şöyle devam etti:
"Size de yazıklar olsun, Allah ı bırakıp da taptığınız putlara da yazıklar, yuhlar olsun! Siz akıllanmaz mısınız? (Enbiyâ, 21/ 67)
Kullandığı kelimeler öfkesini açığa vuruyordu. "Bu kadar inat, bu kadar düşüncesizlik, bu kadar sapıklık ve akılsızlık yeter! Artık kendinize gelin, akıllanın!" der gibiydi. İbrâhim Aleyhiselâm ın söylediği sözlerin her kelimesi doğruydu ve gerçeği anlatıyordu. Bâbilliler ona cevap vermekten âcizdiler. Cevaptan âciz olan, zihniyeti bozuk, temelleri çürük, davranışları çirkef olan ve elinde güç, kuvvet bulunduran her topluluk gibi, onlar da ellerindeki kaba gücü kullanmak için harekete geçtiler.
"İçlerinden şöyle diyenler oldu: Eğer iş yapacaksanız, onu yakın da tanrılarınızın intikamını alın, onlara yardım edin."[2] (Enbiyâ, 21/ 68)
Hz. İbrâhim in kavmi bu teklifi kabul etti. Günlerce odun topladılar. Çok geniş bir çukur kazdılar. Toplanan odunları yanmaya uygun bir şekilde, açtıkları çukura yerleştirdiler. Sonra dağ gibi yığılan odunları tutuşturdular. Çok geçmeden alevler gökyüzüne yükselmeye başladı. Ateş, o güne kadar benzeri görülmemiş şerâreler atarak yanıyordu[3] .
Tam anlamıyla dehşetli bir ateş, büyük bir gürültüyle ve çılgınca oynayan alevlerle yanıyor, yanıyordu. Yakınına yaklaşılamayacak kadar dehşetli bir sıcak oluşmuştu. Zaman zaman aniden ne tarafa, nasıl uzanacağı belli olmayan alevler göklere yükseliyordu. Bu alevler, ateşin çevresini saran ve dehşetli gözlerle ona bakanlara yaklaşma fırsatı vermiyordu. Onun için, elleri ve ayakları bağlanan İbrahim (as) in ateş içine uzaktan mancınıkla atıldığı nakledilir.[4]
İbrâhim (as), bağlanıp ateşe atılırken Rabbine duâ ediyordu:
"Senden başka hiçbir ilah yoktur. Âlemlerin Rabbi Sensin. Seni tesbih, tenzih ederim. Hamd Sanadır. Mülk Senindir. Senin ortağın yoktur."[5]
Rabbimiz Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir."[6]
Güvenip dayandığı, sığındığı Rabbi, onu yalnız, çaresiz bırakmıyordu.
"Ey Ateş! İbrahim için serinlik, selâmet ol! dedik." (Enbiyâ, 21/ 69) buyuruyordu.
İbrahim (as), şimdi ateşten bir çember içinde, sanki cennet bahçelerinden bir bahçede yaşıyordu. İnsanlar alevler arasından onun bu halini görüyorlar, ancak yanına varamıyorlardı. Dev alev dalgaları, aralarında geçit vermez bir sur oluşturmuştu. Böyle bir mucizeyi yaşayan insanların, o andaki duygularını bütünüyle bilemiyoruz. Ancak Ebu Hureyre den gelen bir rivâyette babası için şöyle der: "Oğlunu bu durumda gören İbrahim in babası, ömrü boyunca söylediği kelimelerin en güzelini söyledi: Ey İbrahim! Senin Rabbin ne güzel Rabb imiş!"[7]
İbn Asâkir in Tarih inde İkrime den yapılan bir nakil yer alır. Bu nakle göre; İbrahim (as) ın annesi oğlunun durumunu görünce gıpta etmiş ve O na şöyle seslenmişti: "Oğlum! Yanına gelmek istiyorum! Allah a dua et; seni çevreleyen ateşten beni korusun!"
İbrahim (as); "Evet" diyerek Rabbine yöneliyor, duâ ediyor ve annesi ateşler arasından yürümeye başlıyordu. Çatırdayarak yanan ateşin alevleri ona tesir etmiyor, alevleri yararak ilerleyen anne, bu manzarayı görmeden önce, ümidini kestiği yavrusunun yanına, şimdi sevinç içinde varıyor, ulaşınca onu kucaklayıp öpüyor daha sonra da geri dönüyordu.[8]
Susturulamayan genç, kaba kuvvetle durdurulmaya çalışıldı, güçleri yetmedi. Ellerindeki imkanlara ve çokluklarına güvenerek üstünlük kurmak, üst konumlarını vurgulamak istediler, o da olmadı. Bütün bu gayretlerinden sonra daha da alçaldılar. Onlar kazanmak istediler ama kaybettiler.
"Böylece ona tuzak kurmak istediler; fakat biz onları kaybeden, hüsrana uğrayanlardan ettik.." (Enbiyâ, 21/ 70)
Bu dünya hayatında iken uğradıkları mağlubiyetti. İçinde bulunulan hayattaki zillet ve kayıptı. Ebedî hayattaki kayıpları elbette daha büyük olacaktı. Zâlimlerin ve sapıkların o gün içine atıldığı ateş, hiçbir zaman onlar için "serinlik ve selâmet" olmayacaktı. Orada hoş selamlarla da karşılanmayacaklardı.[9]
_________________________________________
[1] Kasasü l-Enbiyâ, İbn Kesîr (1/ 164), Safvetü t-Tefâsîr, Sâbûnî (1/ 267)
[2] Bazı müfessirler bu sözü söyleyenin Nemrut olduğunu söyler. (Bak: İrşâdü l-Akli s-Selim ilâ Mezâyâ l-Kur âni l-Kerîm, Ebu s-Suud (6/ 76)
[3] Kasasü l-Enbiyâ, İBn Kesîr (1/ 166)
[4] İrşâdü l-Akli s-Selim ilâ Mezâyâ l-Kur âni l-Kerîm, Ebu s-Suud (6/ 76), Kasasü l-Enbiyâ (1/ 166-167)
[5] Kasasü l-Enbiyâ, İbn Kesîr (1/ 166)
[6] Sahih-i Buharî, Tefsir, (Umdetü l-Kârî, 15/ 71)
İbn Abbas (ra) şöyle bir hadis rivâyet eder:
İbrahim (as) ın ateşe atıldığında en son sözü; "Hasbiyallahu ve ni me l-vekîl" olmuştu.
Buhârî nin yine İbn Abbas tan naklettiği bir başka rivâyet ise şöyledir:
"Hasbünallahu ve ni me l-vekîl", İbrahim (as) ın ateşe atıldığında söylediği sözdür. Muhammed (sav) de; "İnsanlar size karşı toplanıyor, kuvvet yığılıyorlar; korkmalısınız!" dendiği zaman imanları daha da güç kazanarak, "Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir," dediklerinde "Hasbünallahu ve ni me l-vekîl" demiştir." (Âli İmrân, 3/ 173, Umdetü l-Kârî, 15/ 71)
[7] Kasasü l-Enbiyâ, İbn Kesîr (1/ 168)
[8] Kasasü l-Enbiyâ, İbn Kesîr (1/ 168) Tehzib-i Tarih-i Asâkir den (2/ 145) naklederek.
[9] İbrâhim (as) ın putları parçalayış ve ateşe atılış kıssası ile ilgili bilgi için bakınız: El-Câmi li Ahkâmi l-Kur ân, Kurtubî (11/ 296-305), Kasasü l-Enbiyâ, İbn Kesîr (1/ 161-168), İrşâdü l-Akli s-Selim ilâ Mezâyâ l-Kur âni l-Kerîm, Ebu s-Suud (6/ 73-77, 7/ 198-199), Kur ân-ı Kerîm Meâli Âlîsi ve Tefsiri, Ö.N.Bilmen (4/ 439-442)
Dr. Şerafettin KALAY