Kategoriler

HÜSEYİN KAZAN

Karşı Cinsle İlişkilerde

İlâhî Ölçüler

ve Aile Kurumunun Önemi

 

 

Hayatta insanlar çeşitli yanlış algılamaların esiri olabilmektedir. Bu da aşırı davranışları tetiklemektedir. Vahiye dayalı bir hayat ölçüsü olmaz ise insanların birçoğu çıkmaza girecektir. Karşı cinsle ilişkiler de aşırı uç anlayışları çoğu kez görmekteyiz. İslami kimliğini koruyabilenler için rehber olacak çalışmalar vahyin kendisi olduğu için sorumluluklarını temellendirebilecektirler. Oysa bunun dışında kalanlar için ise birçok sorunu göğüslemekte zorluk yaşamaktadırlar.

Karşı cinsle ilişkilerinde bazı yaşanan sorunlar vardır. Öncelikle insan yaratılışı gereği karşı cinsine ihtiyaç hisseder. Yüce rabbimiz, “...onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz...”[1] ve “Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması O'nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır.” [2] buyurmaktadır.

Kur’an’ın getirdiği ölçüler sayesinde bu ihtiyaç, sağlıklı bir zeminde düzenlenmektedir. Kur’an ölçüleri göz ardı edildiğinde bu etkileşim ve eğilim yanlış bir süreçte işlemeye başlar. Bu süreç hem insanın kendisini hem de toplumu çürümeye mahkûm eder. Karşı cinsle ilişkiler kontrol altında tutulması gerekir. Kur’ani kimliği benliğine sindirememiş insanlar nikâhsız ve laubali ilişkilerle biten buhranlara sürüklemektedirler.

Geleneksel anlayışlarla karşı cinsle ilişkiler konusunda aşılmaz duvarlar oluşmuştur. Kadın ve erkek toplumsal hayatta birbirinden kopartılmıştır. Kadını, fıtrat dışı bir biçimde insanlık dışı uygulamalara layık görülmüştür. Çoğu kez kadını eksik, şeytan, akılsız, yarım gören ve onu sadece doğurgan, zevk alınan bir varlık olarak tasavvur edilmiştir. Biz buna geleneksel anlayış adını veriyoruz. Bu anlayışı besleyen erkek egemen bakış açısının kadın-erkek kurgusu sadece “yanlışa” odaklanmıştır. Maalesef fıkhımızı bile bu anlayış etkilemiştir. Yani erkek tabanlı bir fıkıh bile bazı eserlerde yerini almıştır.

Olmaması gereken tutumlarımızı kontrol altında tutmamız gerekir. Acı bir gerçek şu ki karşı cinsle ilişkilerde harama kaçılabilme ihtimali merkeze alınmıştır. İnsan iradesi ve onun iffet sorumluluğu göz ardı edilmiştir. Bu, karşı cinsle ilişkileri dengeli bir düzene oturtacağı yerde karşı cinsi yalnızca cinsel bir nesneye indirgemiştir. Karşı cinse yönelik korkular büyütülmüştür. Sorunlar abartılarak beslemiştir. Sağlıklı bir hayatta hiç akla dahi gelmeyecek birçok konuyu tepkisel olarak gündeme oturtulmuştur.

Özellikle kadının sosyal hayattan dışlanmasından, okuma yazma dahi öğretilmemesine kadar bir sürü ayrıntı bu tepkiselliğin aslında birer sonucudur. Haremlik-selamlık uygulamasının da abartılmadan İslami ölçüleri korunmalıdır. Dengeli, iffetli karşı cinsler arası namahrem hukukun gözetilmesi zorunludur. Karşı cinsle ilişkilerde Müslümanların geleneksel kopukluğunun aksine Hz. Peygamber dönemi toplumsal yaşayışın takva merkezli olduğu diyaloglarla sürdürülmelidir.

Modern yaklaşım, çıkış noktası itibariyle geleneksel yasaklara tepki olarak karşı cinsle ilişkilerinde aynı geleneğin yaptığı gibi “kendince” nefsanî ölçüler koymuştur. Bu cahili yaklaşım Kur’an kontrolü dışında konduğu için heva ve heveslere dayalı yorumlara yol açmıştır. Bu da bir süre sonra toplumda ölçüsüzlüğü doğurmuştur. Bu eğilime hizmet eden modernizm, toplumsal ahlakın da yozlaşmasına sebep olmuştur.

İlk Kur’an neslinde hayatın içerisinde kadınlar ve erkekler aktif olarak bulunmuşlardır. Kur’an öncelikle cinsler arasındaki doğal eğilimi kabul eder. Bu eğilim bir nimet olup helal dairesi içerisinde düzenlenmiştir. Mümin erkeklerin ve kadınların ancak evlilikle beraberlikler yaşayabilecekleri ön görülmüştür. Bu, İslami hayatın ilkeleridir.

Kur’an, öncelikle müminlerin kendi kendilerini eğitmelerini birinci şart olarak görür. Bu şart “Takva Elbisesi” olarak Kur’an’da sembolize edilir. Allah’a karşı duyulan sorumluluk bilincinin mümin erkek ve kadınlarca kuşanılması birinci ilkedir. Yüce rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Âdemoğulları, size, bedenimizi örtecek ve süsleyecek elbiseler hazırladık. Takva elbisesi ise daha hayırlıdır. Bunlar, Allah'ın işaretleridir; olur ki öğüt alırsınız.” [3], “Ey inananlar! Allah'tan sakınırsanız, O size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük, bol nimet sahibidir.” [4] “Şeytandan ne zaman kötü bir düşünce zihnini tırmalarsa, Allah'a sığın; O İşitendir, Bilendir. Korunup sakınanlar, kendilerine şeytandan bir görüntü/dürtü gelip dokunduğunda, hemen Allah'ı hatırlarlar. İşte o anda bir de bakmışsın ki basiretli insanlar oluvermişlerdir.” [5] “İnanan erkeklere, gözlerini sakınmalarını (kadınlara gözünü dikip bakmamalarını) ve iffetlerini korumalarını bildir. Bu, onlar için daha temiz bir davranıştır. Elbette Allah yaptıklarından haberdardır.” [6] “Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar... Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar.” [7] “Ey peygamberin hanımları, siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Takvalıysanız (Allaha karşı sorumluluk bilinciniz varsa) işveli konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan birileri size yönelmesin. Güzel ve normal biçimde konuşun.”[8]  “Andolsun, kadın onu (Yusuf’u) arzulamıştı. Eğer Rabbinin gerçeğe dikkat çeken delilini görmeseydi, o da onu arzulamıştı. Biz böylece ondan, kötülüğü ve fuhşu uzak tutuyorduk. Çünkü o, bizim samimi/seçkin kullarımızdandı.” [9]

Yukarıdaki ayetlerde de belirtilen ses ve bakış, ayakları yere vurup dikkat çekmek gibi örnekler karşı cinsin birbirlerini etkilemek için tahrik etmemelerini öğütlemektedir. Allah’a karşı sorumluluk bilincinin işareti olan bu uygulamalar yerine getirildiği müddetçe mümin kadın ve erkekler İslami hayatı daha sağlıklı yürütebileceklerdir.

Takva elbisesini giymiş müminlerin bunun ifadesi olarak fiziksel giyimlerini de Kur’an ölçülerinde düzenlemeleri gerekir. Vahyin erkek-kadın Müslümanların giyimlerindeki temel prensibi, toplumda kişilerin cinselliklerini ön plana çıkartmayan ve cinsel hatları belli etmeyen elbiselerdir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları veya babaları ve kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya Müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey inananlar! Sadete ermeniz için hepiniz tövbe ederek Allah'ın hükmüne dönün.” [10] “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle; bu, onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder.” [11]

Yukarıda geçen ayetlerde kişilerin ilişkilerinde prensip sahibi olmaları ve gereken ciddiyet içinde korunma bilinci anlatılmaktadır.

Mümin kadın ve erkeklerin ilişkileri şu ayetle tanımlanmaktadır: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi emreder kötülükten alıkorlar; namaz kılarlar, zekât verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hâkimdir.”[12]

Yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi Mümin erkekler ve kadınlar birbirlerini koruyup gözetirler. Onlar İslami kaygılara, sorumluluklara ve paylaşımlara sahiptirler. Kimliklerini sahih, vahye dayalı temellere oturtmuş bir cemaattirler.  Kadınlar ve erkekler İslami çalışmalar yapmalılar ve birbirlerinden, farklı görüşlerinden yararlanmalıdırlar. Tarih boyunca ilmi çalışmalardan kasıtlı olarak faydalandırılmayan Müslüman kadınların ilim meclislerine katılmaları ise daha da gereklilik arz etmektedir.

Kur’an’a baktığımızda sorumluluk bilincinin şahsiyetlere yerleştiği ve bunun gereklerinin tesettür ve davranışlarla ortaya konduğu, Müslüman kadın ve erkeklerin çeşitli etkinlikler düzenleyebileceklerini öğrenmekteyiz. İhtilatın, yani karışıklığın olduğu yerlerde karşı cinsle ilişkilerde ölçüler ihlal edilmemelidir. Kur’an-ı Kerim’de: “Siz, evlerinizde, babalarınızın evlerinde, annelerinizin evlerinde, kardeşlerinizin evlerinde, kız kardeşlerinizin evlerinde, amcalarınızın evlerinde, halalarınızın evlerinde, dayılarınızın evlerinde, teyzelerinizin, anahtarlarına sahip olduğunuz ve arkadaşlarınızın evlerinde yemenizden dolayı kınanmazsınız. Aynı şekilde kör kınanmaz, topal kınanmaz, sakat ve hasta da kınanmaz. Topluca yahut ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. Bir eve girdiğinizde Allah'tan güzel, kutlu bir yaşam dileyerek selamlayınız. Allah size ayetleri böyle açıklar ki anlayasınız.” [13] buyurulmaktadır.

İslâmî hayat kurma amacını güden Müslümanların tüm ilişki tarzları Kur’an merkezli olmak zorundadır. İlahi ölçülere konacak iyi niyetli de olsa ekler, fazlalık tedbirleri Allah’ın nizamına nizam eklemek anlamına gelmektedir. Rabbimizin insanları özgür bıraktığı noktalarda yeni ölçüler koymak hüküm sahibi olarak din adamlarını ortak koşucu bir zaaf içermektedir. Kur’an ve sünnet dışı parçalanmış bir hayat oluşturan içinden çıkılmaz bir tablo üretilmemelidir.

Diğer aşırı uç ise kadın erkek ilişkilerinde heva ve hevesleri merkeze alıp toplumsal yozlaşmaya sebep olmaktadır. Adı konulmamış ve insanlarca meşru olarak tanınmamış “mahrem” ilişkiler doğal insani eğilimleri azdırmakta ve bu laubali, İslami ciddiyetten uzak cahili ilişkilere sebep olmaktadır. Maalesef İslami kimliğini Kur’ani temellere oturtmamış ve geleneksel yasaklarla bunaltılmış olan birçok kişi bu aşırı uca kayabilmektedir.

Kur’an’ın çerçevesini çizdiği ilişki ağı ise Allah’a karşı sorumluluk bilincini kuşanmış mümin erkek ve hanımların çalışma yapabilecekleri ya da ayrı olarak ortak İslami sorumlulukları paylaşabilecekleri “toplumsal” ilişkilerdir. Birebir, toplumdan uzak yerlerde farklı cinslerin baş başa kalmaları tebliğ amacıyla da olsa Kur’an pratiği, resul sünnetinde engellenmiştir. Halvet denilen bu durumun dışında “birbirlerinin velisi” olan karşı cinsler toplu hâlde etkinlikler düzenleyebilirler. Erkek ve hanım müminlerin bir arada tek başlarına kalmaları belki kendilerinde bir sorun olmamasına rağmen Müminlerin annesi Aişe’ye atılan iftira olayında [14] olduğu gibi istenmeyen toplumsal kargaşalara, fitneye sebebiyet verebilecektir. Dolayısıyla yukarıda belirttiğimiz Kur’ani ölçüler dâhilinde toplu ve olgun kimlikli insanlar dâhilinde sürdürülecek İslami faaliyetlerle kontrolsüz çay partileri birbirinden ayrıştırılmalıdır.

Kur’ani ölçülerde hayatımıza düzenlemeler getirmeliyiz. Sorumluluk bilinci kuşanılmalı ve takva elbisesi giyinilmelidir. Böylece karşı cinsle ilişkilerde
şahsiyetlerin kendi kendilerini kontrol etmeleri zorunludur. Karşı cinslerin fiziksel görünüm açısından toplumda cinsel kimliklerini ön plana çıkartmamaları Kur’an’a göre giyinmeleri farzdır. Biz buna tesettür diyoruz. Erkek ve hanım şahsiyetlerin karşı cinslerini tahrik edici ya da etkileyici tarzda hareket etmemeleri, seslerini-yürüyüşlerini ya da yüz mimiklerini bir etkileme aracı olarak kullanmamaları dinimizde vurgulanmaktadır. Beraber bir evlilik hayatı düşünen erkek ve hanım şahsiyetlerin bu ilişkilerini mutlaka toplum önünde belirli tanımlamalarla (söz, nişan, nikâh) belli etmeleri gerekmektedir. Erkek ve kadınların tebliğ amacıyla ya da evlilik öncesi tanışma amacıyla dahi olsa baş başa insanlardan uzak halvette kalmaları peygamber pratiğiyle yasaktır.

Müminler cins ayrımı gözetmeksizin birbirlerinin velisidirler. İslami mücadelenin yoldaşları olarak mücadele zeminlerinde çalışmalarını ve üretimlerini sürdürmelidirler.

Evlerdeki haremlik selamlık uygulamaları ev halkının rahat hareket etmeleri bakımından kolaylık sağlamakla beraber bazen abartılarak bir dengesizliğe sebep de olabilmektedir. Oysa Kur’an bizlere güvendiğimiz, beraber hareket ettiğimiz mümin kardeşlerimizle dengeli bir ilişki kurmamamızı belirtir.[15]

Kadının bizzat sesi haram olmayıp hem erkek hem kadının tahrik edici hareketleri haram kılınmıştır. Müslüman kadınların selam vermelerini ve almalarını bile yasaklayan geleneksel kalıplar aşılmalıdır.

Evlilik için “ciddi niyetleri olan” çiftlerin birbirlerini halvette kalmaksızın tanımaları gereklidir. Bir hayat boyu beraberlik sürecek insanların bunu enine boyuna tartışmaları, istişare etmeleri peygamber dönemindeki uygulamalarda görülmektedir.

Mümin kadınlar iş hayatında takva elbiseleriyle tesettürlerini bütünleştirerek yer alabilirler. Mümin kadınlar mescitte bulunabilirler, ilmi tartışmalara bizzat müdahil olabilirler. Bu olgu da asrısaadette bizzat yaşanmıştır. Mümin kadınlar ümmetin istişaresi sonucu devlet başkanı ve hâkim seçilebilirler. Sebe hükümdarı Belkıs’ın Kur’an’da olumsuzlanmaması bu konuda bir serbestliğin olduğunu göstermektedir. Hz. Aişe’nin savaş komuta etmesi de bir örnekliktir.

İnsanî ve sosyal ilişkilerin çok yaygın bir yönü olan ve dostluk, sevgi- saygı tezahürü olarak kabul edilen el sıkışma, el öpme ve sarılıp kucaklaşma gibi konulara değinmemiz gerekir. Toplumdan topluma ve geleneklere göre değişen ve farklı anlam ifade eden bu tür davranışlar hakkında Kur'an ve sünnette açık bir hüküm yer almaz. Ancak konu bir yönüyle dinin kadın erkek ilişkilerine, mahremiyet ölçülerine ve cinsî hayata ilişkin olarak getirdiği düzenlemelerle ilgili olduğu gibi, bir yönüyle de dinin sosyal bütünleşmeyi destekleyen kural ve tavsiyeleriyle ilgilidir. Konu birinci açıdan ele alındığında çekimser davranma ve bazı kayıt ve sınırlamalar getirme ihtiyacı doğmakta, ikinci açıdan ele aldığında ise konuyu toplumların önceliğe bırakıp ilke olarak desteklemek temayülü ağır basmaktadır. Günümüz İslâm âlimlerinin bu tür yeni meselelerde farklı görüşler öne sürmeleri bu açı ve gerekçe farklılığından kaynaklanmaktadır.

İnsanların uygun vesilelerle sevgi ve saygı belirtisi olarak tokalaşmaları, birbirlerini kucaklamaları, din kardeşliği, akraba sevgisi ve komşuluk ilişkileri gibi ilkeler açısından esasen çok olumlu birer davranıştır. İslâm'da karşı cinsler arası ilişkilerde mahremler (birbiriyle evlenmeleri dinen câiz olmayacak ölçüde yakın akraba) ve mahrem olmayanlar ayırımı da yapılarak bazı ölçüler ve sınırlamalar getirilmiştir. Bu yasaklama ve kısıtlamalar ilke olarak karşı cinsler arası ilişkilerde söz konusu olmakla birlikte muhtemel sapmaları, aşırılık ve yanlışlıkları önleme düşüncesinden hareket eden bazı fakihler, erkeklerin ve kadınların kendi cinsleriyle kucaklaşmasını hoş da karşılamamış, mekruh görmüşlerdir. Fakat Hanefî fakihlerin çoğunluğu ile diğer bir kısım fakihler ise bunda bir sakınca olmadığı görüşündedir. Bu bilginler görüşlerini, Hz. Peygamber'in Hayber'in fethi günü Habeşistan'dan dönen amcazâdesi Ca`fer b. Ebû Tâlib'i büyük bir sevinçle karşılamış ve onu kucaklamış olması hadisesiyle desteklemişlerdir.

Kadın ve erkeğin birbirleriyle tokalaşmasının dinî hükmü günah, mekruh veya haram olduğunu söyleyebilmek için bunun din açısından gerekçelerini ortaya koymak gerekir. Yaygın olarak kabul edilen bir fıkıh kuralına göre, harama götüren şey de haramdır. Başka bir ifadeyle bir şeyin vesilesi, kendisi hükmündedir. Tokalaşmanın günahlığı/haramlığı hükmü bu kuralın işletilmesiyle elde edilmiştir. Şöyle ki; İslâm dini zinayı kesin olarak yasaklamış, zinaya götürücü yolları da mümkün olduğu ölçüde kapatmaya çalışmıştır. Bunun için zina sadece cinsel temastan ibaret sayılmamış, aralarında evlilik bağı bulunmayan kimselerin cinsel içerik ve amaçlı birtakım davranışları da yasak kapsamında mütalaa edilmiştir. Ancak bu yasaklamanın ne gibi davranışlara kadar uzanacağı, arada kurulacak sebep-sonuç ilişkisine göre değişebilecek niteliktedir. Nitekim kadın ve erkeğin tokalaşmayla gerçekleştirdikleri yakın teması zinaya götürücü bir sebep, bu konuda ilk adım olarak görenler kadın ile erkeğin tokalaşmasının haram olduğu hükmüne varmışlardır. Bu tokalaşmanın zinaya götürme ihtimali zayıfladığında hüküm de haramlıktan mekruhluğa indirilmiş, daha doğrusu bunu zayıf bir ihtimal olarak görenler ihtimalin derecesine göre tokalaşmanın tenzîhen veya tahrîmen mekruh olduğunu söylemişlerdir. Rabbimiz, “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.”[16] buyuruyor. Zaten zinanın kendisi haramdır. Yaklaşma sebebi olan şeylerden de kaçınmak gerekir.

Hüseyin KAZAN

      İlahiyatcı

    Kişisel Gelişim Uzmanı

 

[1] Bakara suresi, 187

[2] Rum suresi, 21

[3] Ar’af suresi, 26

[4] Enfal suresi, 29

[5] Ar’af suresi, 200-201

[6] Nur suresi, 30

[7] Nur suresi, 31

[8]  Ahzab suresi, 32

[9] Yusuf suresi,  24

[10] Nur suresi,  31

[11] Ahzab suresi, 59

[12]  Tevbe suresi,  71

[13] Nur suresi, 61

[14] Nur suresi, 12-18

[15] 24/61

[16] İsra suresi, 32. ayet

Özet
:
Resim
X
05421840164