Kategoriler

ADEM TUCER

Ruh Terbiyemiz

Ruh terbiyesi, ruhun bedeni ve cismani baskılardan sıyrılarak kendi özüne, kendi kaynağına yönelmesi ve yaratılışının gayesi istikametinde hareket etmesidir. İnsan, Rabbine hakkıyla kul olmak için nefsiyle, şeytanla ve batıl olan herşeyle mücadele etmeli, sabır ve sebatla ruhunu terbiye etmelidir. Zira toprağın karanlık bağrında beklemeden daneler yeşermez, kuyunun kahrını çekmeden Yusuf olunmaz, Nemrud'un ateşiyle imtihan edilmeden Halil sıfatına nail olunmaz, Firavun’un zulmüne başkaldırmadan Nil ırmağı yol vermez.

İslam alimlerine göre Allah, beş hususu diğer beş şeyle irtibatlandırmış ve sebep-sonuç ilişkisi içinde birini diğerinin vesilesi kılmıştır:

İzzet sahibi olarak yaşamayı, ibadet-ü tâate;

zillete düşüp perişan olmayı, nefse ve hevâya tabi olmaya;

heybeti, seherlerde uyanık olma ve geceleri ihyâ etmeye;

hikmeti, az yiyip az içme ve az uyumaya;

başkalarına muhtaç olmadan onurlu yaşamayı da kanaate bağlamıştır.

 

Nefsin arzularını kırarak ruhu terbiye etmek için az yemek, az uyumak ve az konuşmak tavsiye edilen hususların başında gelmektedir.

 

  1. Az Yemek

İnsan ne yediğine ve nasıl yediğine çok dikkat etmelidir. Öncelikle yenilen lokma helal olmalıdır. Çünkü Kur’an, salih amel ile temiz rızık arasında münasebet kurmaktadır. Ayet-i kerimede ‘Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim.’[1] buyrularak temiz lokmanın iyi ameller getireceği ifade edilmektedir.

 

Lokma bir tohumdur, meyvesi düşüncelerdir. Helal lokmadan ruhta, ibadet meyli ve öteki dünya arzusu doğar. Ebu Bekr Dukkî, “Mide, yeneceklerin toplandığı bir yerdir. Oraya helâl yiyecekler atarsan, organlardan salih ameller zuhûr eder. Helâl olduğu şüpheli gıdalar atarsan, Allah Teâlâ’ya giden yol hususunda şüpheye düşersin, haram gıda attın mı seninle Allah’ın emri arasında bir perde olur.”[2] demiştir.

 

Bir hadisinde Peygamberimiz, “Sizin adınıza en çok korktuğum, göbek bağlamanız, çok uyumanız, tembelliğiniz ve yakîninizin az olmasıdır.”[3] buyurmuştur. Çok yiyen bir insan çok uyur, çok uyuyan bir insanın da yakîni çok az olur. Az yiyen az uyur ve az uyuyanın da yakîni gün geçtikçe çoğalır. Maalesef Peygamberimizin korktuğu bu hususlar gerçekleşmiş günümüzde göbeği burnunda, hayatının yarısı uykuda Müslümanlar türemiştir.

 

Tasavvuf erbabının ifadesiyle açlık, Allah katındaki hazinelerdendir ve Allah aşkına mazhar olanlara verilen ilahî bir lütuftur. Yemekte aşırılık, İslam toplumunda bir hastalık kabul edilmektedir. Doyuncaya kadar yemek mubah ise de devamlı tok olmak Müslüman’ın hayatında asıl değildir.

 

Hz. Mevlana: “Sen bedenini yağlı ballı yemeklerle besledikçe, asıl varlığın olan, seni diri tutan ruhunu asla güçlü bulamazsın.”[4] demiştir. Çok yiyen insan Rabbine hakkıyla kul olmasını sağlayacak iradeyi, günahlar karşısında göstereceği mukavemeti bulamaz.

 

İsmail Hakkı Bursevi, az yemenin önemini anlatmak için şunları söylemektedir:

Açlık ki tok eyler ol kamu a'zâyı,
Açlıkta bu nefis terk eder dünyâyı.
Hem açlık açar rumûz-ı her ma'nâyı,
Açlıkta bulur bu cân-ü dil Mevlâyı.

 

Hakkı, yemek az ye, az uyu, az söyle,
Cân sağlığı, dil hoşluğu bul sen öyle.
Her ne dilesen gönlümde bul zevk eyle,
Kim iki cihân saâdetidir böyle.

 

            Karınlar tok olunca, onun verdiği kuvvetle gözlerin günah şeylere bakması, kulakların günah şeyleri dinlemesi, ağızların faydasız ve boş sözleri söylemesi, ayakların günah yerlerine gitmesi ve ellerin de başkalarına zarar vermesi kolaylaşır ve çoğalır. Çok yemek ilim ve idraki, ibadet zevkini  azaltır; yorgunluk ve zahmeti, vücuttaki hastalıkları artırır.[5]

 

            Müslümana düşen Peygamberimizi örnek almak ve midesinin üçte birini yemek için, üçe birini su için ayırmak üçte birini de hava için boş bırakmak; tam olarak doymadan sofradan kalkmaktır.

 

  1. Az Uyumak

Ruhu terbiye etmenin yollarından biri de az uyumaktır. Yüce Allah, “Uykunuzu bir dinlenme yaptık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü de bir geçim zamanı yaptık.”[6] buyurmuştur. Gece, insanın dinlenmesi için yaratılmıştır. İnsan dinlenme ihtiyacını gidermezse fizyolojik ve ruhsal dengesini bozmuş olur. Ancak bunu yaparken uykuda aşırılığa gidilmemeli, Peygamberimizin sünnetine aykırı davranılmamalıdır. Peygamber Efendimiz gecenin tamamında uyumamış belli bir vaktini ibadete ayırmıştır. Özellikle seher vaktinde uyanık kalmayı tavsiye buyurmuş, 124 bin peygamberden hiçbirinin seher vaktinde uyumadığını bildirmiştir.

 

Çok uyku gaflete ve tembelliğe sebep olur. İnsanın elindeki en önemli sermayesi olan zamanı zayi eder.  Seriyyü's-Sakatî sufileri tasvir ederken, “Hasta insanlar gibi yemek yerler, suya batan kimseler gibi uyurlar ve mahçup kişiler gibi konuşurlar.” demiştir.

 

Bir kutsi hadiste ‘Ey Âdemoğlu! Çok uyumak suretiyle o kalp parklaklığını nasıl bulursun? Uykuyu kabrine bırak. Kalbin nurunu az uykuda ve gecenin uyanıklığında iste…’ buyrulmaktadır. Bu sebeple Allah dostları geceleri, saadetin kaynağı olarak ifade etmişler, manevi güneşin her gece doğduğunu ancak ondan uyanık olanların faydalanabildiğini söylemişlerdir.

 

 

  1. Az Konuşmak

İnsanı diğer canlılardan ayıran önemli özelliklerden biri konuşma kabiliyetidir. İnsan dikkat etmezse dili, afeti olabilir. Bunun için Allah doğru konuşmayı, her fırsatta Hakk’ı anlatmayı, malayani sözlerden uzak durmayı ve kendisini bolca zikretmeyi emretmiştir. Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın.”[7] buyrulmuş, doğru sözün Dünya ve ahiret işlerini düzene koyacağına ve günahların bağışlanmasına vesile olacağına işaret edilmiştir.

Müslüman ağzını açtığında onun dilinden hayırlı, Hakkı ve hakikati anlatan sözler çıkmalı; konuştuğunda amacı, Allah’ı kullarına tanıtmak ve sevdirmek olmalıdır. Peygamberimiz “Ya hayır konuş ya da sus.” hadisinde susmayı, malayani sözlere tercih etmemizi tavsiye buyurmuştur. 

Çok konuşmak, ruh için bir nevi kirliliktir ve fikri dağıtır. Allah’ın hoşlanmadığı söz gönlü dağıtır. Gönül dağılınca dikkat dağılır, dikkati dağılan kişi de Allaha yakın olan kulların derecesine yükselemez. Az konuşmak ise firkin derinleşmesine, ruhun güçlenmesine vesile olur. Allah insana iki kulak bir ağız verdiğine göre insanın iki dinleyip bir söylemesi esas kabul edilmiştir.

Ruh terbiyesi açısından susmanın ya da az konuşmanın yerine getirdiği fonksiyonlar kısaca şöyle tesbit edilebilir:

a) Susmak ya da az konuşmak dinen yasak olan ve ahlaken  hoş olmayan ifadelerden alıkoyar.

b) Dikkat ve düşüncelerin başkalarından çekilip kişinin kendi üzerinde yoğunlaşmasına imkan sağlar.

c) Yalan yanlış ve hatalı sözlerle başkalarının zihinlerini meşgul etmekten alıkoyduğu gibi aynı zamanda bilgili ve faydalı konuşmacıların konuşmasına ve bunların dinlenip bilgi sahibi olunmasına imkan vermektedir.

d) Az ve yerinde konuşmak, düşüncenin ürünü olduğu için konuşulanlar doğru ve yararlı olacaktır. Çünkü susmak düşünmeye, düşünmek az ama yararlı konuşmaya ve yararlı işler yapmaya sevkedecektir.[8]

  1. Nefis Muhasebesi

Ruhu terbiye etmenin yollarından biri de nefis muhasebesidir. Mümin her lahza iyi-kötü, doğru-yanlış, sevap-günah türünden yaptığı bütün amellerini gözden geçirip hayır ve güzellikleri şükürle karşılar, günahlarını istiğfarla gidermeye çalışır, yanlışlıklarını tevbe ile düzeltme gayreti gösterir.

 

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, ‘Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.’[9] buyrulmaktadır.  Peygamberimiz de "Akıllı kimse, nefsini muhasebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz de,  nefsini hevasının peşine takan ve Allah'tan  temennide bulunan kimsedir."[10] buyurmuştur. Bu sebeple insan asıl muhasebeye hazırlık için ruhunu terbiye etmeli, bir doktorun hastasını özenle tedavi ettiği gibi maneviyatını düzeltme gayretinde olmalıdır.

 

İnsan nefsini hizaya çekmezse kendini beğenir, kusursuz görür, nefsin tüm isteklerini haklı bir sebebe dayandırmaya çalışır. Bu ise şeytan adetidir. İnsan şeytanın adetleriyle ruhunu, yaratılış gayesi istikametinde yönlendiremez.

 

Nefis muhasebesi ruhu terbiye etmek için çok önemli bir yöntemdir. Çünkü nefis muhasebesi yapan kişi şerre açık taraflarını fark eder. Başına gelen hayırlara şükreder. Hatalarında ısrar etmez. En büyük kusurun, kusurunu görmemek olduğunu anlayarak günahlarına tevbe eder. Bu tavır ruh terbiyesini gerçekleştirmiş erdemli insanların tavrıdır.

 

Ruhun terbiye edilebilmesi için şüphelerden ve hurâfattan (boş inanışlardan) temizlenmesi, aklın ve zihnin doğru bilgilerle donatılması ve onun güzel ahlâkla bezenmesi lazımdır. Bu da ancak insanın her an yaptıklarını muhasebe etmesi, kendisiyle adeta yaka paça olması ile mümkün olabilir.

 

5. Kötü arkadaşları terketmek

Ruh terbiyesi bakımından gerekli görülen hususlardan biri de kötü arkadaşları terk etmektir. Kur’an’da Yüce Rabbimiz “Haksızlık yapanlara yönelmeyin, yoksa ateş size de dokunur.”[11] buyurmuştur. Peygamberimiz de “Kişi arkadaşının/dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz kiminle arkadaşlık/dostluk ettiğine dikkat etsin.”[12] buyurarak arkadaş seçiminin ne kadar önemli olduğunu ifade etmiştir.

İmandan yoksun, fasık, Allah’a itaat etmeyen, insanı günahlara teşvik eden, zalim, söz tasşıyan, hep başkalarının kusurlarıyla uğraşıp duran, kendisi için istediğini başkası için istemeyen, akrabalarıyla ilişkisini kesen, onu bunu ayıplayıp gıybet eden kimselerle arkadaşlık yapılması yasaklanmıştır. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:  “Bize gelince arkadaşına: ‘Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaş imişsin!’ der. Nedametin bugün size hiç faydası dokunmaz; zira haksızlık etmiştiniz, şimdi azapta ortaksınız.”[13] Peygamber Efendimiz “İyi arkadaşla kötü arkadaşın misali, misk taşıyanla körük çeken insanlar gibidir. Misk sahibi ya sana kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince ya elbiseni yakar yahut da sen onun pis kokusunu alırsın.”[14] buyurarak arkadaşların birbirini nasıl etkilediğini çok veciz bir ifadeyle bizlere anlatmıştır. Bu nedenle mümin kötü arkadaşlardan uzak durup salih insanlarla dost olmalıdır.

 

  1. Halvet ve Uzlet

 

Uzlet, günaha girmemek ve daha çok ibadet etmek gayesiyle toplumdan ayrılıp ıssız ve kimsesiz yerlere çekilmek, tek başına yaşamak demektir. Buna halvet, inzivâ, vihdet adı da verilir.

 

Uzletin amacı kötü ahlâktan ayrılmaktır. Kur'an'da Rabbimiz şöyle buyurur: "Onları ve tapmakta olduklarını terkediniz?"[15] Uzlet, hayatın akışı içinde küçük zaman dilimlerinde, iç murakabe ve iç muhasebe için yapılır. İslam'da asıl olan insanlardan uzaklaşmak değil, onlarla kaynaşmaktır. Peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "İnsanların ezasına karışan, onların eza ve cefasına katlanan mümin, insanların arasına girmeyen ve onların baskılarına katlanmayan müminden daha fazîletlidir."[16] Bu sebeple asıl uzlet, temelli insanlardan uzak kalmak değil, nefsi terbiye edip tekrar insanların arasına dönmektir.

Uzletin faydaları şu şekilde sıralanabilir:

a) Uzlet, kalbi halk ile meşguliyetten alıkoyar, düşünceyi Rabbimizin işleri üzerine toplar,

b) Sebat ve azmi güçlendirir,

c) Uzlet, gelip geçici dünya nimetlerinde az ile yetinmeyi sağlar,

d) Hırsı zayıflatır,

e) Dünyaya yönelik talepleri azaltır,

f) Tamahı yok eder,

g) Dinen sevimli olan şeylere yönelip onlarla meşgul olmaya sevk eder.[17]

 

ÖZET

Müslüman , kendi özüne, kendi kaynağına yönelmesi ve yaratılışının gayesi istikametinde hareket ettirebilmesi için ruhunu terbiye etmek zorundadır. Ruhu terbiye etmenin en önde gelen yöntemi az yemek, az uyumak ve az konuşmaktır. Bununla beraber her ana nefis muhasebesi yapmalı, hataları sebebiyle tevbe etmeli, kendine verilen lütuflar için şükretmelidir. İman, ibadet ve ahlak bakımından istikametten şaşmamak için kötü arkadaşlardan uzak durmalıdır. Belli başlı zamanlarda uzleti tercih ederek kalbini Hak ile meşgul etmeli, tefekkür ve tezekkür içinde olmalı kendini kötü ahlaktan temizlemelidir. Böylece ruhunu terbiye ederek ve temizleyerek  olması gerektiği şekilde emaneti Rabbine teslim edebilsin.

SÖZLÜK

İZZET: Büyüklük, yücelik, ululuk.

ZİLLET: Hor görülme, aşağılanma.

TAAT: Allah'ın buyruklarını yerine getirme, ibadet etme.

HİKMET: Adalet, ilim, amel, nübüvvet, Kur'an, Allah'a itaat, dinî anlayış, Allah korkusu, akıl, söz ve işte isabet, hakkı bilme ve hayır işlemek demektir.

İHYA: 1. Yeniden canlandırma, diriltme. 2. Çok iyi duruma getirme, geliştirme, güçlendirme. 3. Yeni bir güç, umut, erinç verme.

MEYİL: 1. Eğiklik, eğim, akıntı 2. Eğilim, temayül.

ZUHÛR: Ortaya çıkma, görünme, belirme, baş gösterme, meydana çıkma.

YAKÎN: 1. Sağlam, kesin bilgi. 2. Bir şeyi iyice, kesinlikle bilme.

MUKAVEMET: 1. Dayanma, karşı durma, karşı koyma, dayanırlık 2. Direnç

AZA: Vücut parçası, organ

RUMUZ: 1. Simge. 2. Gizli anlamları olan işaretler ve sözler.

MALAYANİ: Boş ve yararsız, saçma.

FASIK: İman ettiği halde Allah ve Peygambere itâat etmeyen, dinî görevlerini terk eden ve günah fiilleri işleyenlere denir.

NEDAMET: Pişmanlık

 

 

 

[1] Müminûn suresi, 51. ayet.

[2] Kuşeyrî Risalesi, s. 412.

[3] Kenzu'l-Ummal, C 3, s. 460.

[4] Mevlânâ, Mesnevi, C 1, s. 265.

[5] Mehmet Zahit Kotku, Tasavvufi Ahlak, C 3, s. 11.

[6] Nebe suresi, 9-10. ayetler.

[7] Ahzâb suresi, 70. ayet.

[8] Mustafa Memiş, Tasavvufta Ruh Teerbiye Yöntemleri, s. 9.

[9] Haşr suresi, 18. ayet

[10] Tirmizî, Kıyamet, 26.

[11] Hûd suresi, 113. ayet.

[12] Tirmizî, Zühd, 45.

[13] Zuhruf suresi, 38-39. ayetler

[14] Müslim, Birr, 146.

[15] Kehf suresi, 16. ayet

[16] Suyûtî, el-Câmiu's Sağîr, C 2, s. 282.

[17] Mustafa Memiş, Tasavvufta Ruh Teerbiye Yöntemleri, s. 12.

Özet
:
X
05421840164